Meclis’te koruculuk

Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA), koruculuk sistemine ilişkin geniş kapsamlı bir çalışma yaptı. ‘Geçmişten Günümüze Türkiye ’de Paramiliter Bir Yapılanma: Köy Koruculuğu Sistemi’ başlıklı bu çalışma Şemsa Özar, Nesrin Uçarlar ve Osman Aytar tarafından kaleme alındı. İki yıl süren çalışmada, koruculuk sistemi tarihsel bir perspektifle ele alındı, dünya örnekleri incelendi, korucular ve aileleriyle derinlemesine görüşmeler yapıldı. Çalışmada ayrıca Meclis tutanakları ve basın taraması yapıldı, koruculuk sisteminin Meclis’te ve basında nasıl algılandığı ve yer aldığı tahlil edildi.
Bu yazının konusunu oluşturan Meclis görüşmeleri çok öğretici veriler içeriyor. Ekim 1984-Şubat 2011 arasında Meclis’te yapılan tartışmaların irdelenmesi, farklı siyasi partilerin hem koruculuk ve hem de Kürt meselesi karşısında aldıkları tutumların açığa çıkmasına sağlıyor. Tutanaklardan çıkarılabilecek sonuçlar üç başlık altında toplanabilir.

“Yeni bir olağanüstü hal”

Birincisi, muhalefet partilerinin sisteme dönük eleştirileri ve itirazları. Aslında koruculuk sistemi telaffuz edilmeye başlandığı andan itibaren sıkı bir eleştiriye tabi tutuldu. Sistem 1985’te ANAP döneminde başladı. Özal’a göre, köy korucularının teşekkül sebebi, güven ortamının tesis edilmesiydi. Muhalefet ise, bu uygulamanın güvensizlik doğuracağını savunuyordu. Fuat Atalay (SHP) itirazını şöyle dillendiriyordu: “Bu uygulama sonunda şayet bir kısım insanlar ve aşiretler silahlanacak olurlarsa, önümüzdeki dönemde insanlarımız birbirlerini kıracaklar ve toplumsal yaralarla birlikte, güven ve huzur ortamı tamamen ortadan kalkacak ve bu bölgede sıkı rejimler sürekli olacaktır.”
Zaman muhalefeti haklı çıkardı, sistem devreye girdikten kısa bir süre sonra birçok alanda sıkıntılar doğurdu ve bugün dile getirilen eleştirilerin tamamı Meclis’te ifade edildi. En önemli eleştiri, halkın bir bölümünün diğerlerine karşı devlet tarafından silahlandırılmasının ve silahlı kesime olağanüstü yetkiler verilmesiydi. Bu, yetkiyi kötüye kullanmanın yolunu açıyordu. Koruculuğu “yeni bir olağanüstü hal müessesi” olarak tanımlayan SHP’li Seyfi Oktay, 2 Eylül 1986’da buna işaret ediyordu: “Devletin gücünü kendi arkasına alan korucular, bu gücü kendi aşiretlerinin diğer aşiretlerle olan özel ihtilaflarında kullanmaktadırlar. Bunlar da yetmiyormuş gibi partizanlık da huzursuzluk kaynaklarından biri haline gelmiştir.”
İnsanların zorla korucu yapılması ve korucu olmayanların zorunlu göçe tabi tutulması (Fuat Atalay, buna “devlet terörü” der), insanları “devletten yana” ve “devlete karşı” şeklinde kategorilere ayırması (“Ben ‘koruculuğu istemiyorum’ dediğim zaman devlet haini mi oluyorum?” Coşkun Gökalp-SHP, 1993), korucuların devlet karşıtı görülenlere baskı uygulaması, JİTEM vb. oluşumlarla birlikte hareket eden koruculuğun bir suç işleme mekanizmasına dönüşmesi, korucuların ekonomik üretimden düşmesi ve tamamen silaha bağımlı bir hayata mahkûm edilmesi, Meclis çatısı altında koruculuğa getirilen diğer eleştiriler.

Teröristlerin talebi

İkincisi, bu eleştirilere karşı iktidar partilerinin verdikleri cevaplar. İktidarlar, öncelikle bu sistemin güvenliği sağladığını ve kaldırılmasını istemenin bölücülerin ekmeğine yağ sürmek olduğunu belirtiyor. 1986’da İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut’a göre, “Köy korucularının görevlendirildiği köylerde bölücü teröristlerin saldırı eylemleri ile propaganda faaliyetlerinin önemli ölçüde azalmıştır”.
1989’da Fuat Atalay’ın, köy korucularının karıştığı birçok öldürme olayının aydınlatılmadığını belirterek koruculuk sistemini sert bir biçimde eleştirmesi üzerine iktidar partisinin vekili Hasan Çakır (ANAP) ona cevap verir: “Avrupa’da bu hainler, bu bölücüler, köy koruculuğu mevzuunun şiddetle aleyhinde bulunmakta ve her yerde bildiri yayınlamaktadırlar; ama maalesef TBMM’ye kadar gelmiş olan bazı milletvekilleri de onlarla aynı kanaati paylaşmaktadır.”
İktidarlar, köylülerin zor ve baskı yoluyla korucu yapıldıkları iddiasının gerçeği yansıtmadığını belirtirler. 1988’de İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya göre, “Geçici köy koruculuğu için göreve bekleyen vatandaşlarımızın sıraya girdiği olgusu karşısında, bazı kişilerin zorla korucu yapıldığını iddia etmek, hem mantığa hem de gerçeğe ters düşmektedir.”
Korucuların sistematik olarak suç işledikleri iddiası da iktidarlarca kabul edilmez. Onlara göre münferit olarak suç işleyenler olabilir, ama bundan endişe etmeye gerek yoktur, zira suçlular hakkında gerekli yasal işlemler yapılmaktadır. Ünal Erkan (DYP) durumu şöyle izah eder: “… geçici köy korucularıyla ilgili ‘kimi kaçakçılık yapıyor, kimi bilmem ne yapıyor’ gibi yine bir sürçülisan oldu zannediyorum…. İçlerinde yanlış yapanlar varsa, yanlış yapanları ayıklarsınız ama; … yanlış yapan var diye geçici köy koruculuğu da kaldırılamaz.”
Koruculuğu savunma babında öne sürülen diğer argümanlar koruculuğun “istihdam” sağladığı, yanlış giden hususlar varsa bunların “ıslah edilebileceği” ve “ahde vefa ilkesi” gereğince korucuların koşullarının düzeltilmesi mecburiyeti. 2007’de korucuların çalışma şartlarının ve özlük haklarının iyileştirilmesi için bazı yasal düzenlemeler yapıldı. Ümmet Kandoğan (DYP) yapılan düzeltmeleri takdir ediyor ve ekliyor: “Türkiye’nin bekası için çalışan bu insanlara ne yapılsa azdır… Eğer koruculuk müessesesi başka ülkelerde olsaydı bu korucular bugüne kadar 1357 şehit vermiş olsalardı, bunların heykelleri o ülkelerde dikilirdi; yediden yetmişe o ülkenin bütün fertleri bunlara minnet ve şükran duygusuyla bağlı olduklarını gece gündüz ifade ederdi.”

Muhalefet-iktidar

Üçüncüsü, siyasi partilerin koruculuğa karşı tavırlarının iktidarda ve muhalefette bulunmalarına bağlı olarak değişiklik göstermesi. Muhalefetteyken koruculuğun mutlaka kaldırılması gerektiğini düşünenler, iktidara geldiklerinde koruculuğu sürdürmeye devam ettiler. Mesela 1991’de DYP-SHP hükümeti kurulduğunda Erbakan, hükümeti oluşturan partilerin vaktiyle “koruculuğu kaldıracağız” dediklerini, şimdi ise “gözden geçireceğiz” demeye başladıklarını söyleyerek hükümeti eleştiriyor. Ama aynı Erbakan 1996’da Başbakan olduğunda “koruculuğun gözden geçirileceğini ve aksayan yönlerinin ıslah edileceğini” söylüyor. Diğer iktidarlar için de aynı durum söz konusu.
İktidarların koruculuğu bir türlü gözden çıkarmamalarında iki nedenin ağır bastığı söylenebilir: Biri, bölgedeki aşiret ve korucu ilişkilerinden faydalanmak istemeleri, diğeri ise ordunun taleplerini gözetmek durumunda olmaları. Ancak koruculuğun sürdürülmesi, bugüne kadar herhangi bir çözüm üretmedi aksine durumu daha karmaşık ve derin bir hale getirdi. Dolayısıyla artık iktidarların önlerine hedefe olarak, koruculuğu ıslah etmeyi değil, tümüyle ortadan kaldırmayı koymaları lazım.

* Dicle Üni.


Comments are closed.